Wednesday, May 28, 2008

run forrest run



kaçmak, hep şimdiden, bazen geçmişteki anılardan, anılardaki birilerinden kaçmakla olmuyor. bazen de seni yolunun üzerindeki köşe başında bekleyen ne olduğunu bildiğin sondan da, geleceğinden de kaçmayı deniyorsun.

geçmişi değiştiremeyeceğini biliyorsun, şimdi için çabalıyorsun ve gelecekte seni bekleyen sondan da belki bir ihtimal kaçarak arkana bakmadan arkanda bırakmayı.

mesela bir cuma sabahı hiç hesapsız şehrin şehirlerarası otobüs terminaline gidip nereye gittiğine bakmadan gözüne kestirdiğin ilk otobüse binip birkaç gün sonra geri döndüğünde seni bekleyen geleceği arkanda bırakmış olmayı umarak.

biraz da kendinden kaçıyorsun çünkü kendinden kaçmak, her şeyden kaçmanın uç noktasıdır. korkularınla, hayal kırıklıklarınla, boy aynasında gerçeklerinle yüzleşmekten kaçmaktır.

ama kaçamıyorsun.

çünkü nereye gidersen git kafanın içindeki sınırları aşamıyorsun. ayaklarının uzanabildiği her toprak parçası, yerdeki, gökteki mavilik, kafanı çevreleyen sınırlardan daha geniş, daha uzak değil. hiçbir yere gidememiş olarak geri dönüyor, yoluna yürüyerek devam ediyor ve kaçmayı denediğin geleceği bekliyorsun; bir başka cuma sabahı beklenmedik planlanmadık bir diyalogu, bir çarpışma anını;

crash.

Monday, May 12, 2008

winners are simply willing to do what losers won't



yazının başlığı how to be a loser’da olabilirdi, winners rule’da. bu, ne tarafta durduğuna bağlı. aynı zamanda ne tarafta durmak istemediğine.

-durdurabilecek misin
+hayır
-ne yapıyoruz? ne yapacağımızı söyle
+sana vurmasına izin ver


‘bazen yapabileceğin hiç bir şey yoktur’ diye devam ediyor million dollar baby’nin anlatıcısı. narrator haklı; bazen rezil hayatının sana vurmasına izin vermenden başka seçeneğin yok. böyle olmayabilirdi, kuralları biliyordun, how to be a winner başlıklı klavuzların peşine takılabilirdin vs. vs. vs.



ama o şekilde kazanmak istemiyordun; “sana vurmasına izin ver”

galiba şimdiye kadar hep yaptığın buydu. başkalarının kurallarıyla bir winner olmaktansa kendi kurallarınla loser olmak.

“yara çok derin, kemiğe dayanmış olabilir. bir damarın parçalanmış olabilir ya da kan yeterince pıhtılaşmamış olabilir. etin değişik katmanlarında her tür kombinasyona rastlanır. franky de bunların her birinin nasıl çalıştığını bilirdi”

bu işleri franky kadar iyi bilmiyorsun ama hala hayattasın ve meydan okuyorsun;

“fuck you”