Monday, February 11, 2008

berber koltuğu ritüelleri ve yıllar önce ormanda kaybolan beşiktaşlı duruşuyla olan karşılaşma



içerenköy'de klasik bir mahalle berberi. aynı anda üç kişiyi traş edebilecek şekilde yan yana sıralanmış üç ayrı berber koltuğunun ortasındakine oturuyorum. dördüncü gelişim olmasına rağmen hiç bir zaman aynı anda ikiden fazla müşterisi olduğunu görmedim. kapıda büyükçe bir türk bayrağı, karşımdaki aynaların hemen dibinde yere paralel başlayan berber tezgahının üzerinde mahalle pazarından çok ucuza alınabilecek çeşit çeşit şampuanlar, kremler, losyonlar ve bilumum traş ıvırzıvırları; fırçalar, taraklar, makaslar, usturalar, kullanılmış kullanılmamış jiletler. henüz koltuğa oturmadan berberle traşa başlamadan nasıl olacağıyla ilgili ve traştan sonraki sıhhatler olmasıyla ilgili temenniyi ileten sadece iki diyalog yaşayacağımızı bilmek beni rahatlatıyor. fazla soru sormayacağını ve seninle futbol geyiği yapmayacağını bildiğin bir berber. daha ne isteyebilirsin ki? koltuğa otururken bir yandan da aynadaki hiç bir zaman sevemediğim suratıma bakıyorum. ne bekliyordun ki benim adım george clooney değil.

sevgili ve sadık okur. iki aylık bir mullet style denemesinin daha başarısızlıkla sonuçlandığını bilmek senin için yeni bir haber sayılmaz biliyorum. ve zaten benim de artık çok skimde değil.

ve sıra bu topraklardaki hiç bir erkeğin hayatının uzuuun bir döneminde kurtulamadığı ritüele geliyor. kurbanlık kafan hariç her tarafını saran o beyaz örtü; kesilen saç kılları günlük elbiselerin üzerine yapışmasın, gömleğinin kazağının altından teninle buluşup seni uyuz gibi kaşındırmasın diyedir. bunu bilmek aynadaki o komik görüntüye kaçamak bakışlar atıp içten içe kendine gülmeni -belki kendinden utanmanı- engelleyemiyor. yedi yaşından sonra ayda ortalama bir kez traş olduğunu düşünüp hayatın boyunca böyle bir görüntüyle ikiyüzelli küsur kez karşılaştığını ve artık alışman gerektiğini kendi kendine söylenip bu seferliğine de konuyu kapatıyorsun.


aynanın yansımasından vitrinin önüne kurulup küçük dokuma tezgahına özenle, keyifle ve aşkla ilmik ilmik beşiktaş bayrağını örüyor genç bir adam. bunu yaparken çok mutlu olduğu çok açık. şimdi hep birlikte çocukluğuma iniyoruz; seksen yedi. on yaşındayım. gazeteler fenerbahçe maraş deplasmanında berabere kalıp bir puan bırakınca takımın kum sahadan olumsuz etkilendiğini yazıyor. erdi müjdat semih şeytanrıdvan. metin ali feyyaz. tek kanal var o da siyah beyaz. beko gordon milne veselinoviç orhan ayhan aslanlı filmler pazar konseri clementine. bjk-fb maçlarında iki takımın da formaları dikine çizgilerden oluştuğu için hangisi hangisi anlamıyorum. çocuk aklımla neyi anlamayı umuyorsam. süleyman seba. beşiktaşlı duruşu. işte bu. bak hatırladım şimdi. vitrinin önünde takım ruhuyla tuttuğu takımın renginde bayrak ören bu genç adam bir anda beni çocukluğumun beşiktaşlı duruşunun hükmünü sürdürdüğü zamanlara götürdü. çocukluk kahramanlarımın renkleri hep sarı-lacivertti ama şimdi bu genç adamı kıskandım. sothyz'i, silenzio'yu, ezgi'yi ve beşiktaşlı olduğunu bildiğim herkesi. optik başkan’ı. eksik olsun imparatorlar eksik olsun krallar sağlam kalsın sağlam olsun. siyah beyaz yaşam ölüm.

bu genç ayrıntıyı saymazsak artık beşiktaşlı da fenerli gibi cimbomlu gibi. diğerleri gibi. bütün duruşlar aynı yöne doğru olunca kaybetmek de kazanmak da önemsiz bir ayrıntı. neyse ki henüz tuttuğumuz takımın kazanmasına ya da kaybetmesine bahis oynamıyoruz. deymi?